KURU OTLAR -ve İnsan olmak- ÜSTÜNE
5 yıllık bir sessizliğin ardından 2023 yılında tekrar izleyiciyle buluşan,
Merve Dizdar’ın Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almasıyla
dikkatleri iyiden iyiye üzerine çeken Kuru Otlar Üstüne, ülkemizde 29 Eylül
itibariyle tüm gişe gelirleri depremzedelere bağışlanmak üzere vizyona girdi.
Ve tabii ki Nuri Bilge'nin son filmi üzerine sessizliğimizi bozduk.
Anadolu’nun sessiz bir kasabasında son birkaç yılını sinemayla içli dışlı
geçirmiş bir taşra sinefili olarak filmi izlediğim andan itibaren üzerine
düşünüp bir şeyler karalama hissiyatı bende vuku buldu.
-spoiler içerir-
O kasvetin, o karanlığın, o şairane sinematografinin içerisinde güçlü
kalemlerin de etkisiyle beyaz perdede oturan herkes derinlerde bir yerde
kendisinden bir hikaye buluyor çünkü aslında Nuri Bilge Ceylan sineması bu
topraklardan ve bu toprakların insanlarından besleniyor. Bedbaht öğretmeninden,
memnuniyetsiz öğrencisinden, Aydın tiyatro sanatçısından, muhtardan, imamdan,
polisten, askerden, Doktor Cemal’den, Savcı Nusret’ten seyirciye ayna
tutuluyor, ki aslında beyaz perdede yansıyan şey bütünüyle bu toplumun
kendisinden farksız.
Yıllar geçiyor; karakterler, koşullar, imgeler değişiyor fakat Nuri Bilge
Ceylan sinemasındaki o karanlık taşra sıkıntısı değişmiyor. Ancak şaşırtıcı
şekilde her hikaye birbirinden özgün ve tekrara düşmekten fazlasıyla uzak. Karakterler
diyalogları, diyaloglar da karakterleri büyütüyor.
Erzurum’un köyünde mecburi öğretmenlik hizmetinin son yılında olan, yıllar
geçtikçe taşra sıkıntısının esiri olarak idealist eğitimci görüntüsünden
uzaklaşmış, aklında yalnızca görevini tamamlayıp gitmek olan, resim yapmayan
bir resim öğretmeni Samet’in çevresinde gelişiyor hikaye.
Samet, geride bıraktığı 3 senede iyi kötü kendisine bir sosyal çevre
yaratabilmiş, lojmanda Kenan adında Erzurum’da büyüyüp yetişen ve kendisiyle
aynı okulda görev yapan edebiyat öğretmeniyle kalırken, o civarda görevli
askerin çay davetini kırmıyor, görece kendisine yakın gördüğü veterinerle sık
sık viskisini yudumlayıp “insan” üzerine sohbetini ediyor.
“-Adamın iki danasını iyi ettim, geldi
benim köpeğimi vurdu.
-Neden?
-İnsan… İnsan olduğundan.”
Samet, Nuri Bilge Ceylan sinemasında bugüne kadar gördüğüm en güçlü yazılmış
karakter olabilir. Varoluşsal bıkkınlığı, bırakıp gitme isteği, olanca
memnuniyetsizliği ve butün bunlara rağmen harekete geçmeyişi bir bütün halinde
lümpenliğin, konformizmin tasviri gibiyken; karşısında da kolektif kurtuluşa
inanan, radikal bir duruşu olan Nuray gibi yine enfes yazılmış bir karakter
vardır. Hal böyleyken hikaye; politikaya, inanca, aileye, düşünceye dair derin
diyalogları içeren belki bundan yıllar sonra bile hatırlanacak olağan-üstü bir
yemek sahnesine varıyor.
Nuray, Ankara Gar patlamasında bacağını kaybeden, daha sonrasında Erzurum’a
dönüp ailesiyle birlikte yaşayan idealist bir öğretmendir. Hobi olarak resimler
çizen, mütevazı, çevresinde olup bitene Samet’in aksine kayıtsız kalmayan bir
karakter, lakin o da tıpkı Samet ve o coğrafyanın içindeki diğer insanlar gibi
umut etmenin yorgunluğunu donuk yüz ifadesiyle fazlasıyla hissettiriyor.
Kenan ise Nuray ve Samet’ten farklı olarak gelenekçi bir ailede büyüyüp
yetişmiş bir öğretmen. Öğrencisine hediye veren bir öğretmenin şüphe
uyandıracağını söylemesi de bu gelenekçi kesimden ona miras kalan bir düşünce. Büyüyüp
yetiştiği gelenekçi toplum tarafından kısıtlanmış, etik ve ahlak değerleri
kalıplaşmış kisvelerden ibaret olan, adeta taşranın genç bir portresi.
“Bana öyle geliyor ki, dünyada güzel olan her şey daha insana ulaşamadan
insanın kendi ördüğü ağlarda takılıp kalıyor.”
Ebru Ceylan'ın da etkisiyle bize kendini gösteren o politik dil; babası
Jandarma tarafından öldürüldükten sonra dağa çıkmak isteyen Feyyaz ile, köy
okullarında kalorifer olup olmadığından bi' haber İlçe Milli Eğitim Müdürü'yle,
Alevi-Sünni mezhep vurgularıyla, Samet odasında uyurken dışarıdan gelen çatışma
sesleriyle, yine Samet’in Doğu’nun
kaderinin kavga dövüş olduğunu dillendirmesiyle karşımıza çıkıyor.
Sosyal medyada da sık sık “politik olmamakla” eleştirilen Nuri Bilge’nin bana
kalırsa Bir Zamanlar Anadolu’da ile birlikte en politik filmi olabilir Kuru
Otlar Üstüne. Zaten kendisinden bir Kieslowski performansı beklemek, hem
Kieslowski’ye, hem de Nuri Bilge Ceylan’a
haksızlık olurdu.
"İyi ve kötünün birbirine karıştığı
ve gizlendiği bu düzende, doğrunun ve ahlakın peşinden koşarken kendi
zincirlerimize asılmaktan ve sürünün kurbanı olmaktan başka ne işe yararız.
Üzerine basılmasını bekleyen kuru otlar gibi beklemekten başka..."
Finale doğru giderken, Sevim’den bahsetmeden geçmek elbette ki olmazdı. Sevim,
Samet’in karanlık tarafının bir umudu gibiydi, zira Samet’in film boyu yalnızca
Sevim’e karşı davranışları incelik gözetiyordu. Samet, yalnızca 13 yaşında olan
öğrencisine yaşının bir hayli üzerinde konuşmalar yapıyor, belki de kendi
deyimiyle “umut etmenin yorgunluğu” öğrencisi Sevim karşısında bir nebze
hafifliyor, fakat neticede umudun hala o kuru otlar üstünde yeşerebileceğini
hissetmiyordu. Bu yüzdendir ki Kuru
Otlar Üstüne tamamıyla bir umut etmenin yorgunluğunun, meyus-u dilhun bir
coğrafyanın filmiydi aslında.
“Zaman
geçip gidecek ve kendi içine batmış binbir aksiliğin yaşandığı bu coğrafyada
hayatta kalırsan yine de, sararıp kuruyup gideceksin sonunda. Bakmışsın ki
ortalarına gelmişsin hayatın ve içindeki çölden başka hiçbir kazancın olmamış.
Ellerin bomboş…”
inceleme: Burak TORÇUK
Daha fazla film incelemesi ve önerileri için Burak TORÇUK'un letterboxd hesabını takip etmeyi unutmayın.
Letterboxd: https://letterboxd.com/buraktorchuk/
Twitter: https://twitter.com/buraktorchuk