Manzarama çaldığım
son rengin yere damladığı dakikalar.
kanardım, bana
elinde tablolarla kim koştuysa.
resimlerim zifiri
çerçevelere bir hevesle mıhlanırdı.
Hazırdım fakat
unutmaya da umutlanmaya da,
zemherinin
kalaylandığı günlerin sersefil aldanışına.
gelgelelim
örselendim putlarım tarafından
her biri bir düşün
uykusu olsa da
bin kapıyı
çarptılar üzerime.
Oysa baltam dahi
vardı kırmak için onları.
Ama ben tutunacak
dallarımı kırardım onunla
alevler alır
götürürdü kırdıklarımı ağustosun bir sabahında.
halbuki ne zaman
hatırlar olsam,
yakutun denizde
parçalandığını,
serin bir kıyamette
bulurdum kendimi.
işte derdim bana
kalan parçaları bunlar yakutun.
ya bir yarayı
kaparsın bunla
yahut...
Çalacak ömrümü yularımdaki çocuğun kan ter
içindeki sevdası.
gerçekler çağlasa
da gözlerime
çağım yitik bir
isyandan öteye geçmeyecek.
Ve bilirdim neler ilişirdi benim koynuma.
ilelebet sürecek
bir cümlenin noktası gırtlağıma yapışırdı.
''sana ne kaldı
bundan, sana bundan ne kaldı?''
sahi bana sıkılı
bir yumruktan başka ne kaldı?
Dolunay halen nazır benim gördüğüm son güze
her gece silüetini
sokaklardan toplarım.
beni bana
ulaştıracak kaç sırrım kaldıysa
onu kalan öbür
yanıma sakladım.
Bir devrim bir
devri elbet bir gün devirecekse
ben yeniden umudu
sayıklamaya hazırım.
Şimdi çiçekler neye
fısıldıyor bilinmez ama
benim duyduklarım
solanların iç çekişlerinden ibaret sanırım.
Peyderpey
yolculukların insanı!
işte işittin sen de
senden öncekiler gibi
sonsuz şarkının en
acıklı yerini.
ne değişti senden
sonra, sana bunu kim anlatır bilemem.
Sahi nasıl hayal
etmiştin öykündeki yarım kalmış satırları?
Vay ki ben umursamazım, hikayem bir avuç
toprakla karılsın.
şerh düşüyorum
şimdilik yazdıklarıma, üzerinde kalmış dünün tozu karanlığı,
ki değmesin artık
kirpiklerimize ihtimallerin yağmurları.
-ERTUĞRUL ERGÜÇLÜ