ÖLÜM İSTEMİYORUZ
22 Ağustos günü bir ses yükseldi.
“Anne lütfen ölme!”
Bu ses Kırıkkale’de, bir dükkanın içinde bir kız çocuğuna
ait. Biyolojik olarak babası sayılan
mahluk (O mahluka sadece baba demeye vicdanım el vermiyor.
İnsan demekse hiç…) annesi
Emine Bulut’u boğazından bıçakladıktan sonra bu cümleleri
kuruyor.
Düşünün! Gözlerinizin önünde bıçaklanıyor anneniz, kanlar
içinde. Daha 10 yaşındasınız.
Hepimizin diyebileceği tek şey bu olurdu herhalde.
“Anne lütfen ölme.”
Fakat o anne maalesef hayatını kaybetti. Bir cani tarafından
herkesin içinde öldürüldü. O
anne, maalesef öldü.
Emine Bulut cinayetinden daha saatler geçmemişti. Bu sefer
bir başka ses yükseldi Konya-
Karatay’dan.
“Ben annemsiz uyuyamam ki. Ben onsuz nasıl yatarım? Ne olur
doktorlara biraz daha para
verin de annemi yaşatsınlar.”
Bu ses de 9 yaşındaki bir kız çocuğuna ait. Evde yaşanan bir
kavga ve sonrasında bir cinayet.
Canice. Evlatlarının önünde 20 kere bıçaklanan bir
kadın. Tuba Erkol.
Düşünün! Anneniz bıçaklanıyor önünüzde, 20 kere. 9
yaşınızdasınız.
Emine Bulut veya Tuba Erkol ilk değiller ve önlem alınmazsa
son da olmayacaklar.
Evlatların, sevenlerin sesi de susmayacak…
Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Buket Şişek, Şule Çet,
Ayşe Zengin, Dilek İnce…
Bu isimler, bu caniliğe kurban gidenlerin maalesef küçük bir
kısmı, medyaya yansıyanları.
Hepsini zamanında duyduğumuzda unutmayacağız dedik. Hepsinde
bilindik süreci yaşadık.
Önce lanetledik cinayeti. Kınadık dilimiz döndüğünce. Daha
sonrasında tepkiler arttı, ilgili
Bakanlık açıklama yaptı: “Sürece dahil olacağız, dilekçemizi
verdik.” Hükümetten gelen,
kanun teklifi sunacağız, çok üzüntülüyüz, takipçisiyiz
açıklamaları. Televizyonlarda, “İdam
gelmeli mi?” tartışmaları...
Hepsinde aynı.
Aynı hata. Hiçbirinde gerçekten bir önlem alamadık. Gerçekçi
bir çözüm üretemedik. Sadece
konuştuk, sövdük, saydık, kınadık.
İdam getirilsin istiyoruz, en ağır cezalar alsınlar
istiyoruz.
Türkiye’de toplum olarak yaygın bir hastalığımız var. Herkes
her mesleğe mensup ve her
alanda ihtisaslaşmış halde. Eğer tarihi bir olay
değerlendiriliyorsa herkes tarihçi bu ülkede.
Ekonomik bir mevzu varsa, bir anda Adam Smith oluvermiş
herkes. Sporla alakalı, hele hele
futbolsa konumuz. Maşallah, ağzı olan konuşuyor. Siyasetten
söz etmiyorum bile. Dini bir
mesele tartışılıyorsa her iki kişiden biri İlahiyat mezunu.
Hukuk içinde maalesef… Herkes
yargıç, savcı, avukat. Herkes kanun yapıyor kendince.
İdam istiyoruz toplum olarak. İdam gelirse tamamen bu mesele
kapanacak, cinayetler bitecek,
tacizlerin kökü kazınacak. Daha ağır cezalar geldiğinde bu
suçlar da azalacak gibi
düşünüyoruz. Caydırıcılığı ancak böyle sağlarız gibi
düşünüyoruz. Yürürlükte olan TCK’nın
öngördüğü
ceza-adalet sistemi dünya ile kıyaslandığında oldukça iyi konumda olmasına
rağmen cezalar
arttırılmalı diyoruz, çünkü tek çözüm bu. “Suç artarsa cezayı arttır.”
Öncelikle şunu
aklımızdan çıkarmamalıyız. Her ceza, katili caydırmaz. Cezanın kesinliği,
çabukluğu ve
şiddeti “cezanın” caydırıcılığı açısından önemlidir. Ancak katili gerçekten
caydıracak şeyler
çok boyutludur. Daha kapsamlıdır ve daha masraflıdır. İstikrarlı
politikalardır
mesela. “Yapacağız, yürüteceğiz” denildi mi, yapılan ve yürütülen
politikalardır.
1 Haziran 2005’de
yürürlüğe giren TCK ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik
Şiddetin
Kaldırılmasına Dair Kanun bir çok mekanizma öngörüyor. Peki bu mekanizmalardan
kaçı yürütülüyor?
Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri var kağıt üzerinde. Peki Türkiye
genelinde kaç
merkez çalışır durumda, paraya kıyıp kaç merkez kurduk ülke genelinde?
Çalışır durumda
merkezler varsa kaçı, kaç rapor yayımladı bugüne dek? Kadına şiddete
yönelik
oylarımızla seçilen vekillerimiz bugüne dek cinayetlerle alakalı Twitter’da
lanetleme
mesajları ve sokak
eylemlerinde ön saflarda yer alma dışında ne tür çalışmalar yaptılar?
Hükümetimiz bitmek
bilmeyen kadın cinayetleri ile ilgili olarak bugüne dek kaç çalıştay
yaptı,
yapılanlardan olumlu sonuç alındı mı? Ağır cezalarımız iyi konumda olan ceza-adalet
sistemimiz var
dedik. Peki bu kanunlarımızda yer alan cezalar pratikte uygulanıyor mu
gerçekten? Yoksa
“Namus meselesi vardı, pişmanım” diyene, kravat takana, saygılı durana iyi
hal mi veriyoruz?
Çok soru sordum
belki.
Fakat
unutmamalıyızki gerçek çözüm üretmek istiyorsak doğru soruları sormalıyız.
Gerçekçi
çözümler üretmek
istiyorsak daha çok konuşmalıyız. Annelerimiz, ablalarımız, kardeşlerimiz,
kadınlarımız ölmesin
istiyorsak lanetlemek yerine, düşünmeliyiz: “Ne yapılabilir diye?” Hep
birlikte
düşünmeliyiz.
Günü kurtarmak
için uygulanacak politikalara da ses çıkarmalıyız. Çıkarmalıyız ki bir Emine
Bulut daha, bir
Tuba Erkol daha ölmesin.
Sayın vekiller ve
sayın ilgililer, “Ölmek istemiyorum” çığlığını duyun artık.