#1
girizgah. sağdan soldan görülmüş yamalı hayatlar yaşamakta sayısı yadsınamayacak kadar kişi. kendini bulmak mahiyetinde kelimeler dökmek pek harcım değil. zaten oldum olası kişisel gelişim zırvalıklarına zıtlanmışımdır. hayata gelişim sıcak bir ağustos ikindisinde gerçekleştiğinden beri içimde sakladığım bir sürü şey var. (değerli dostlarım, doğduğum andan beri hissiyatlarımı tartamayacağımı bu noktada tartışmak istiyor olabilirsiniz. lakin aile büyüklerim içli içli ağladığımı -el kadar bebeyken ağladığımı- söylemiştir defalarca.) bu "şey"ler arasında gidiş gelişler sergilediğim günleri tüketerek nereye varacağımı bilmediğim fazlasıyla sıradan bir hayat idame ettiriyorum. kulaç çekiyorum akıntıya, gelişine yaşamaya çalıştığımda dikenler sarıyor. belki de sarmıyor. trabzonspor. artık sarmıyor. kafamda yığınla gereksiz bilginin hafıza kartımı zorlaması ve 2 yaşında yaşadığım anlamsız anları anımsayamadığıma bazen kırılıyorum. edebi kaygı taşımadan yürüyorum, ceplerimden yükleri bırakma ve yamalarımdan kurtulma ümidiyle. fazlasıyla sahtekar yüzler yine.(bilirsiniz dostlarım. 'medcezir' kasetini ilkokula başlamadan ezberlediğimden arada beklenmedik kafiyelerle çıkış yakalayabilirim. bu arada levent yüksel değil. yine de yeter ki onursuz olmasın aşk.)
özgürlük. birisine(herhangi biri olup olmadığı üzerine kendimle münakaşalarımı belki de aşağıda okuyabiliriz.) kaygısızca içinden geldiği gibi düşüncelerini dökmek gün gittikçe zorlaşıyor. özgürlük hakkında siyasi kelimeler sıralayıp terimlerin anlamlarını araştırıp mahmut şevket paşaya kadar dönsem belki havalı bir yazı çıkartabilirim ortaya. ya da ahmet hamdi'nin sahnenin dışındakiler romanından biraz arak yaparak. bunları yapmağa üşendiğimdendir sade kendimle düşünür tarzda yazmayı tercih ediyorum uzun süredir. kendimle konuşur gibi denilebilir daha çok. deli de olabilir. bence kendiyle konuşmayan da delidir.(bak yine!) etin kilosunun altmış lirayı aştığı bir toplumda kimsenin kendine bile tam özgür olabilme aşamasına gelememişken ihtiyaçlar hiyerarşisini lise üçüncü sınıflara(müfredat değişmeden evvel. siyasi konulara girmemek pek tabii zor bir hal aldı dostlarım)ezberletmenin saçmalığı hakkında konuşmak yersiz olabilir. zira okullarda öğretilen bilgilerin -bir akşam televizyonda bilgi yarışması izlerken karşıma çıkmasıyla belki de orada olsam parayı cebime koymama yardımcı olacaktı şeklinde düşündüğüm anları bir kenara bırakacak olursak- pek çoğunu yukarıda gösterdiğim gibi uç tesadüfler olmadığı sürece kullanılmayacağını dört öğrenciden üçü çok da zorlanmadan tahmin edebilir. burada eğitimin kalitesizliğinden, gereksiz zaman kaybı ve temelsiz raylardan bahsetmek istememiştim aslında. lakin düşünürken bariyer çekemiyorum, insanlarla konuşurken de yaşamaktayım bu problemleri. (bilirsiniz dostlarım, aşk hayatım türk eğitim sistemiyle benzer yanlar taşıyor.)
itiraf. bir gün geçmişimden utanıp sıkıldığım anılara bile tutunma ihtiyacı hissediyor, bazen de çok sevdiğim arkadaşlarımın aslında o kadar da arkadaş olmadığını farkedip yalnızlaşma sürecine girebiliyorum. kimsenin yalnızlığı sevdiğini düşünmüyorum, insan paylaştığı kadardır. elbet yalnızlık daha fazla üretme gücü verebilir ya da kendimi geliştirmeme yardımcı olabilir kendimle kaldığım sürelerde aldığım kararlar. ama bunun çok uzun sürmemesi gerektiği kanaatindeyim. insan insanın kaderidir. bunu solaris'i izleyerek pekiştirebiliriz. içimden film ve albüm incelemesi yapmak geçiyor ama kendimle konuşmak ve düşünceleri böyle sıralamak kolayıma geliyor. kolayınıza gelen "şey"lerden kurtulmak biraz acı verebilir. gelişmenize yol açacaktır. 4 set chin up. 12 tekrar. kolay gelsin.
çıkış. geçenlerde toplu taşımadayken insanların sergilediği davranışları ve başkalarının artık saygıyı hiçe sayması üzerine düşünürken boynumda beliren fularla benliğimi kaybedip yapmacık bir internet yazarına dönüştüm. bunu çok geç olmadan fark edip ineceğim duraktan önceki bir durakta inip ters yöne doğru koşmaya başladım. insanlar düz yolda koşan biri görmemiş gibi bakıyorlar, acelemin olduğunu anlamıyormuş gibi kaldırımda 3 kişi yürümeye, bana yol vermeyi bir lütuf gibi sunmaya devam ediyorlardı. acıbadem köprüsünden kafama vuran sıcakla koşuyolu istikametine doğru koşmaya devam ediyordum. sıcak, bünyemi zorlamaktayken herhangi bir acıbadem kızı(belki ona dertlerimi anlatmak isteyebilirdim. tam anlamıyla bir acıbadem kızıydı. güzeldi.) beni durdurmaya çalıştı. biraz geç fark ettiğimden olsa gerek yanıma geldiğinde alnında ter tanecikleri vardı. onu karşımda yaklaşık 10 dakika yüksek tempo koştuktan sonra bu şekilde görmek kanıma ismini belirleyemediğim hormonlar zerk ediyordu. bir müddet afalladıktan sonra kaldırıma çöküp "kusura bakmayın" diyebildim. sizi de yordum.
"ay hiç problem değil." dedi acıbadem kızı. "sizin otobüsten indiğinizi taksiden inerken görüp bir arkadaşıma benzetmiştim. ama ters tarafa yürüyordunuz. beş dakika sonra yanımdan tekrar boynunuzda fularla koştuğunuzu görünce şaşkınlıktan size ikizinizin gittiği yeri söylemek için durdurmaya çalıştım. kusura bakmadınız inşallah"
göz kapaklarımdaki terleri baş parmaklarımla temizledim. boynumdaki fular kaybolmuştu. acıbadem kızı gülümseyerek wafflecıya doğru yürümeye başlamıştı bile.
benliğimi kaybetmekten korktuğum yere varamamıştım. oracıkta oturuyordum, acıbadem kızının bıraktığı kaldırımda.
(9 eylül pazar)
-MUSTAFA İSPA