Tebeşir ve Bıçak
Yıldızların kaybolduğu bir vakitti
ay sanki hiç gitmeyecekti.
müştekisiydim kendi kurduğum mahkemenin,
her şeyin usul usul anlatılmadığı bir
zamandı üstelik.
yumrukların konuşmak bilmediği
sanki hiç dinmezdi
siren sesleri...
etrafta sen de yoktun ne sesin ne izin
ah nerelerdeydin ben elimi kestim!
pusuda bir iki yoksun karakteri
lime lime edilmiş katibin yazgısı
ve defterde iki satırla geçmiş ben
yırtılmış ve ezilmiş.
milyarca hayatın kavgasında
sanki hiç
silinmeyecektim.
bir yol yetmişti halbuki...
oysa sözümdü sana yazacaktım
insanın insanca yerildiğini.
yılanların doluştuğu bir mevsimdi
hiç bitmeyecek
gibiydi.
bulutlar hiç aralanmak
istememişti
üşüyordum
neredeydi güneşim!
şarkıların ezberlenmeye başladığı günlerdi
sokaklardaki çalılar
yırtılıp geçilirdi.
bilemedim dikenler kanatır geçermiş elleri
gözleri kör edermiş mavi yarası okyanuslar
sensizlik senden daha çok acıtırmış
dost uğurlanırmış bir limandan
geçmişe doğru
usulca, kalınacaktır yalnızlığa.
öyle kifayetsiz zamanlardı
bir gün elbet
bitmeliydi.
insanca yaşamanın böyle olmadığını öğretmeliydim.
hani neredeydi destanlar yazacak
tebeşirim!
bolca kurşun veda ve rüya içerdiğini
içinde beni
bir ihanete içerlettiğini
düşünmeye bırakırdın beni alelacele
düşümde veda kesitleri
gözlerimde
kuşatılan heveslerim
uzaktaydın ulaşamazdı ellerim
anlatayım desem duyamazdın varmazdı
kelimelerim.
bir gün elbet
gelecektim
koyu baygın bir günde
tahtada tebeşir, havada güneş, elimde bıçakla
önünde bulut,
yaramaz bir çocuk, günü kanatarak.
lacivert bir akşamüstüydü, geldim.
güzeldin yine
güzel günlerdi
ve bir gün
elbet bitmişti.
-ertuğrul ergüçlü